Bağlanma deyince aklınıza ne geliyor? Kucağınızda size yapışık yaşayan bir çocuk mu hayal ediyorsunuz? Bağlanma dediğimiz şey fiziksel davranışlar ile desteklenerek oluşsa da aslında daha çok zihinsel ve duygusal bir süreç. Bebeğinizin sizinle, sizin de bebeğinizle bağ kurabilmeniz için birbirinize çok yakın olarak geçirmeniz gereken dönemler var elbette ama bu sürekli olarak bebeğinizin bir uzvunuz gibi üzerinizde yaşamak zorunda olduğu anlamına gelmiyor.

Bağlanma teorisi esasen John Bowlby tarafından geliştirilmiştir. Bowlby bağlanmayı “İnsanlar arasındaki kalıcı psikolojik bağlantı” olarak açıklamıştır. Aslında asıl ilgi alanı birincil bakım veren kişiden ayrıldıklarında bebeklerin yaşadığı ayrılık anksiyetesi ve endişeyi anlamaktı. Bowlby’ye göre bir bebeğin ilk yıllarında kendisine bakım veren kişi ile kurduğu bağ hayatı boyunca etkilerini sürdürür. Sürekli olarak uygun ve ihtiyaçlarına cevap veren bir bakım veren olduğunda bebeğin güven duygusu gelişir. Bakım veren kişiye güvenebildiğinde de dünyayı keşfe çıkabileceği güvenli bir temel oluşur.

Bowlby’nin bağlanma sistemi şu soruyu sorar: Bağlanma figürü yakında, ulaşılabilir ve özenli/dikkatli mi? Eğer cevap “evet” ise çocuk güvende, kendine güvenli ve seviliyor hissederek, çevresini keşfe çıkar, diğerleriyle oynar ve sosyalleşir. Eğer cevap “hayır” ise çocuk; gözüyle arama, aktif şekilde takip etme ve sesli olarak tepki verme şeklinde dozu düşükten yükseğe doğru değişen bağ kurma davranışlarında bulunur. Bu davranışlar çocuk fiziksel ve psikolojik olarak yeterli seviyede yakınlık kurana kadar devam eder ya da uzun süreli ayrılıklarda ve kayıplarda olduğu gibi zamanla etkisini kaybeder ve diner. Bu durumda çocuk çok yüksek seviyede çaresizlik ve depresyon yaşar.

Peki bağlanma ne zaman başlar? Yapılan araştırmalara göre hamileliğin son üç aylık döneminde bebeğin duyma ve koklama sistemlerinin gelişmesi ile anne bebek bağlanması başlar. Anne karnında bebek amniyotik sıvının tadı ile kokusuna ve annesinin kalp atışları ile sesine aşina olmaya başlar. Bu sebeple doğumla beraber yüzlerce farklı uyarana maruz kalan bebek, aşina olduğu bu sesler ve kokular sayesinde rahim dışındaki yaşama daha kolay adapte olur. Yeni doğan bebeğin annesinin kucağına bırakıldığında emekleyerek memeyi bulmasının sebebi, memedeki amniyotik sıvı kokusu/anneye özgü kokudur. Bu kokular bebeğin emme davranışını da şekillendirir. Bu yüzden annenin özellikle ilk aylarda farklı kokular sürmemesi çok önemlidir. Yaşamının ilk haftalarında biberonla beslenen bebekler, emen bebeklere göre anne kokusuna daha az ilgi gösterir. Bunun yanında mama ile beslenen bebekler ise anne kokusuna mama kokusundan daha çok ilgi gösterirler. Fareler üzerinde yapılan deneylerde hamile anneye verilen stres hormonu, doğum sonrası emzirme davranışlarında bozukluğa, bu annelerin yavrularında ise yaşıtlarıyla daha az sosyalleşme davranışına ve yetişkinlikte körleşmiş akustik alarm refleksine sebep olmuştur.

Buradan anlıyoruz ki anne karnında başlayan biyolojik bağlanma, doğumla beraber bakım verenin bebeğin ihtiyaçlarını karşılama şekline göre devam eder. Doğum sırasında yapılan ten temasının ve en kısa sürede başlanan emzirmenin bu bağa olumlu katkılar sağladığını biliyoruz. Ama her bebek bakım veren kişi ile güçlü bir bağ kuramayabilir. Princeton Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre yeni doğanların %40’ı bakım veren kişi ile güçlü bir bağ kuramıyor ve bu bebeklerin ilk birkaç ayda ebeveynlerine karşı korku ve güvensizlik hissettikleri görülmüş.

2001 yılında doğan 14.000 çocuk üzerinde yapılan bir araştırmaya göre bağ kurmanın aslında kolayca erişilebilir olduğu görülmüş. Ebeveynler bebeğe sıcak, hassas ve ağladığında kucağa almak gibi ihtiyaçlarına cevap verir şekilde yaklaştıklarında bebeğe ihtiyaçlarının karşılanacağı güvencesini vermiş olurlar. Başka bir araştırma ise bebeğe dokunmanın veya ilgilenmenin bebeğin güvenlik algısına katkıda bulunduğunu göstermiştir.

“Ben bebeğimle bağlanamadım mı acaba?” korkusunu yaşamayan anne yoktur sanırım. Aslında en çok ihmal edilen hatta istismara uğrayan çocuklar bile annesiyle veya bakım veren kişi ile bağ kurar. Önemli olan bu bağın kalitesidir. 1970’lerde Mary Ainsworth 12-18 ay arası çocukların belli şartlar altında annelerinden ayrıldıkları ve yalnız bırakıldıkları durumlarda verdikleri tepkileri gözlemleyerek, güvenli bağlanma, kaygılı-kararsız bağlanma ve kaçınmalı bağlanma olarak üç çeşit bağlanma biçimi tanımlamıştır.

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birçok yerde bu bağlanma şekillerine uygun çocuk davranışlarını okumanız mümkün. Ben buraya eklemeyeceğim. Çünkü bir annenin bu tanıyı kolayca koyabileceğini düşünmüyorum. Mesela kaçınmalı bağlanmaya işaret eden bir davranışı bebek, ilgisinin dağınık olduğu bir anda gösterdiğinde anne hemen bu tanıyı koyarak huzursuz olabilir. Oysaki tekrarlayan davranış kalıpları varsa ve ancak iyi bir gözlemle (hatta belki de bir uzman desteği ile) anne ile bebeğin bağlanma biçimi belirlenebilir.

Bebeğim henüz küçükken bu konuları araştırdığım bir dönemde bağlanma biçimini anlamaya yönelik yöntemlerden birini deneyerek bebeğimin bana güvenli bağlanıp bağlanmadığını anlamak istemiştim. Kızımın yeni yürüdüğü zamanlardı. Okuduğum yazıda kalabalık bir ortamda bebeği bırakıp biraz akasında durmayı öneriyordu. Bebek arkasına bile bakmadan giderse güvenli bağlanamamış demekti. Henüz yürümeye yeni başlamış kızımı oyuncakçının önünde bırakmıştım ve arkasına dahi bakmadan oyuncaklara koştuğunda kendimi berbat hissettim. Her şeyi elimden geldiğince doğru yaptığımı bilmeme, aramızdaki güçlü bağı hissetmeme rağmen bu duygunun beni böyle ele geçirmesi gerçekten ürkütücüydü. Bu kadar kolay olmamalı dedim. Bir tek davranışa bakarak bu bağın kurulup kurulmadığına karar vermek doğru olamaz. Araştırmalarımı derinleştirdiğimde bağlanmamızın hala oluşmaya devam ettiğini ve dönemsel olarak çocuğun gösterdiği bazı davranış kalıplarının kafa karıştırıcı olabileceğini okudum. O günden sonra bir daha bu tür testler yapmadım. İç sesimi dinledim sadece. Ben her zaman ulaşılabilir, çocuğumun ihtiyaçlarına cevap veren ve şefkatli bir anne oldum. Kızım mutlu, huzurlu ve sosyal bir çocuktu. Aramızdaki bağın gücünü günün her saati her dakikası hissedebiliyordum. Elbette bu seviyeye zamanla, çok okuyarak, araştırarak, kızımı dinleyerek ve çokça iç yolculuk yaparak eriştim.

Çocuğunuzla kurduğunuz bağla ilgili endişeleriniz varsa, önce kendi içinize dönün (tüm dış seslerden, önyargılardan sıyrılarak) ve bu bağın sizin tarafınızdaki gücünü sorgulayın. Bağlanma tek yönlü bir kavram değil. Anne ile bebeğin karşılıklı olarak besleyip büyüttüğü bir olgu. Siz kendi açınızdan aranızda güçlü bir bağ hissediyorsanız muhtemelen bebeğiniz de aynısını hissediyordur. Bebeğinizin ağlamalarına kayıtsız kalmıyorsanız, ihtiyaçlarını en hızlı şekilde gidermeye çalışıyorsanız, ona sevgi ve şefkatle yaklaşıyorsanız zaten bağınızın güçlü olması için gerekenlerin çoğunu yapıyorsunuz demektir. Aranızda bir kopukluk olduğunu hissediyorsanız da bu konuda daha derin bir araştırmaya girişmek gerekir. Hissettikleriniz travmatik bir doğum tecrübesinden, lohusalık depresyonuna, kendi ebeveynlerinizin size yaklaşım şekillerinden, eşinizle aranızdaki sorunlara kadar onlarca sebepten kaynaklı olabilir. Nedenini çözemiyorsanız ve çocuğunuzla aranızdaki mesafenin açıldığını hissediyorsanız mutlaka profesyonel yardım almayı düşünmelisiniz.

Peki bu ebeveynleri ile güçlü bağ kuramamış %40’a büyüdüklerinde ne olur? Elinizde etiketinde “sevgi” yazan yarısı dolu bir kavanoz olduğunu düşünün. Hayatınızın ilk yıllarında bu kavanozun yarısı boş kalmıştır çünkü kavanozu doldurmak için gereken koşulsuz sevgi ve bağlılık duygusu bakım veren kişi tarafından karşılanmamıştır.

Hayatınız boyunca bu kavanozu elinizde gezdirip birinin diğer yarısını doldurmasını beklersiniz. Bakım veren kişiden göremediğiniz bağlanma ve aidiyet duygusunu başka bir ilişkide gidermeye çalışırsınız. Ama derinlerde de kendinizi birine tamamen açmaya korkarsınız çünkü sevilmeye layık ve uygun olmadığınızı hissedersiniz.

Etrafınızda böyle hissederek sürekli sevgi ve ilgi arayışında olan çok insan olduğuna eminim. Hatta belki okurken, benden bahsediyor burada dediniz. Bunun bir çözümü var mı, iyileşmek mümkün mü, peki ya yeniden o koşulsuz sevgiyi bulmak ve o derin bağı yakalamak?

Bu konuda sevgili Serap’ın tecrübelerini paylaştığı, beni çok derinden etkileyen yazısı “Nasıl empatik ebeveyn oldum?”u okumanızı öneriyorum.

http://www.attachmentparentingturkiye.com/nasil-empatik-ebeveyn-oldum/

 

Kaynaklar:

(1)https://internal.psychology.illinois.edu/~rcfraley/attachment.htm

(2) https://www.verywellmind.com/what-is-attachment-theory-2795337

(3) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3223373/

(4) https://www.psychologytoday.com/us/blog/how-help-friend/201712/bonding-is-essential-every-infant

(5) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2724160/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.