Bu aralar evimizde en çok yankılanan sözler “ııh, diil”. Fazla hayır’cı bir aile değiliz. Güvenliğini tehlikeye atmadıkça kızımıza hayır dememeye çalışıyoruz. Onun yerine neden bir şeyi yapmaması gerektiğini açıklıyoruz. Ama bu 2-2,5 yaş aralığı bütün kararları kendisinin vermek istediği, her şeyi ancak kendi isterse yaptığı bir dönem. Çok fazla hayır duymadığı için de “ııh, diil” diyerek her dediğimize karşı çıkıyor evimizin küçük insanı. Biz zaten başından beri kendi kararlarını vermesi ve bir şeyleri kendi kendine başarması için desteklemeye çalışıyorduk. Yapamayacağını bildiğimiz şeyleri bile hep önce kendisinin denemesi için onu teşvik ettik. Olabilecek en az müdahale ile büyütmeye çalışıyoruz diyebilirim aslında.
Tutunup kalkmaya ilk başladığı zamanlar, sıklıkla düşüyordu. Eğer tehlikeli bir şekilde düşmediyse hiçbir zaman yanına gidip kaldırmadım. Önce kendisinin denemesine izin verdim. Dışarıda düştüğünde dahi, ne kadar uzun sürerse sürsün kendi başına kalkmasını bekledim. Eğer yardıma ihtiyacı varsa zaten talepte bulunur o zaman gidip yardım ederdim. Sanıyorum 1,5 yaş civarında makinaya çamaşırları atar, çıkarır ve asmama da yardım ederdi – gayet başarılıydı hatta önce silkeleyip öyle asıyordu, hala öyle. Bulaşık makinasını çok uzun zamandır beraber boşaltıyoruz. O bana veriyor ben yerine koyuyorum. Bir iki kaza dışında kırma dökme durumu hiç yaşamadık. Yine aynı zamanlarda beraber bezelye ve fasulye ayıklamaya başladık (Bu işte artık çok başarılı). Belki 5 dakikalık iş yarım saatte bitiyor ama onunla yapmak paha biçilemez gerçekten. 2 yaşından sonra pantolon, ayakkabı ve montunu/ceketini giyip çıkarma çalışmalarına başladı. Şuan çoğunlukla ayakkabı ve ceketini kendi giyip çıkarabiliyor. Bazen ben görmeden pantolonunu giyip gelmiş oluyor. Yanımda giyemiyor ya da giymiyor o yüzden nasıl giydiğine emin değilim. Acele ettirmeden, yapması için fırsat verdiğinizde en azından çaba göstereceğini ve bundan büyük zevk alacağını siz de göreceksiniz. Özgüveninin gelişmesinin yanı sıra çözüm üretme kabiliyetinin ve motor becerilerinin de gelişimi için çok faydalı.
Bu yüzden mutlaka evden çıkmadan önceki hazırlıklarınıza erken başlayın ki 10 dakika boyunca ayakkabısını giymeye çalıştığında onu zorlamak ve elinden alıp kendiniz giydirmek zorunda kalmayın. Bunların dışında sofrayı hazırlamak, hamur şekillendirmek, evi toplamak, toz almak gibi gündelik hayattaki her işinize çok küçük yaştan itibaren onu ortak edebilirsiniz. Hem onun becerileri gelişecek, hem hayatınızın akışında işleriniz aksamadan beraber vakit geçirecek, hem de başarma duygusunu tatmasına olanak sağlamış olacaksınız.
Böyle anlatınca “montessori” yaklaşımını çağrıştırmış olabilir size. Ben aslında tamamen içgüdüsel davranarak hareket ettim ama bu yaklaşım da tam olarak bu şekilde çocuğun kendi işini kendi görmesini destekliyor. Sadece oyun oynamak değil iş yapmak da çocuk için içgüdüsel bir davranıştır. Siz fırsat tanımasanız dahi özellikle bu 2-2,5 yaş döneminde birçok şeyi kendisi yapmak için sizinle çatışmaya başlayacaktır. Yani bunun onun içinden gelen bir şey olduğunu anlamak zor değil.
Peki kimdir bu Montessori?
Maria Montessori 1870 yılında İtalya’da doğdu. O yıllarda kadınların sadece öğretmen olmaları desteklenirken Montessori özgürlükçü yaklaşımı ile tıp fakültesine girmeye karar verdi.1896 yılında Roma Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan ilk kadın oldu ve Psikiyatri alanında çalışmalara başladı. Çocukları gözlemlediği uzun yıllar boyunca nefes kesen keşifler yaptı. Çocukların erken yaşlarda kendi kendilerine karar verebilme ve kendi işlerini halledebilme becerilerini, doğa ile uyum içinde ve iç içe olma ihtiyaçlarını ve ödül/ceza sisteminin çocuklar üzerinde etkili olmadığını ortaya çıkardı. Ayrıca tek düze bir eğitim programı yerine çocukların kişisel ilgi alanlarına uygun şekilde eğitim almalarını, zorunlu dersler olmaması gerektiğini savunuyordu.
Daha sonra bir bir Montessori’nin yöntemlerini uygulayan okullar ve çocuk yuvaları açılmaya başladı. Bu okulların diğerlerinden farkları özetle şöyledir:
- Eğitim bireyseldir. Öğretmenler bireysel olarak her bir öğrenciyle ilgilenir, sınıf ortamında belli saatlerde oturup topluca ders dinlemeleri gerekmez.
- Öğrenciler birini dinleyerek değil her şeyi tecrübe ederek öğrenirler. Bol bol pratik yaparak katılımcı olur, tahtaya yazılanı deftere geçirmek gibi pasif bir eğitimin parçası olmazlar.
- Eğitim içeriği çok geniştir. Çocukların bilişsel, duyusal, motor, irade (karar verme) ve duygusal gelişimlerine yönelik aktiviteler yapılır. Bu sayede çocuklar bağımsız ve sorumluluk sahibi olurlar.
- Ödül ceza sistemi yerine, çocukların kendi ihtiyaçlarını giderebilmeleri için destek olarak iç disiplin edinmelerine yardımcı olur.
- Sınıftaki tüm materyaller çocukların gelişimine ve kullanımına uygundur.
- Öğretmenler pozitif bir yaklaşım içindedirler. Çocukları aşağılamaz, korkutmaz, utandırmazlar. Sadece öğretileri ile değil davranışları ile örnek olarak rehberlik ederler.
- Özgürlükçü bir yapıdadır. Kimse bir aktiviteye katılmak zorunda değildir. Seçme şansı verilir.
Tabiki bu sisteme karşı çıkanlar olmuş ve oluyor. Eleştiriler ne yönde onlara da bakalım:
- Bireysel aktivite ağırlıklı olduğu için yeterince sosyalleşmeye izin vermemesi eleştiri konusudur. Ancak yapılandırılmış grup aktiviteleri olmasa da çocukların doğal bir biçimde sosyalleşebilecekleri bir ortam mevcuttur.
- Günlük işlere ve bilişsel gelişime yönelik çalışmalara çok erken yaşta başlattığı için çocukların “çocukluklarını” ellerinden aldığı yönünde eleştirilmektedir. Ancak Montessori çocukların kendi işlerini görme ve taklit etme becerilerini teşvik ederek bunu uyguladığı için çocukların çocukluklarını ellerinden almadığını aksine zenginleştirdiğini savunur.
- Çocukların çok özgür olduğu ama sınıfların da çok yapılandırılmış olduğu eleştirilir. Ancak bu yapılandırılmış sınıflar, her şeyin nerede olduğunu bilerek çocukların güvende hissetmelerini sağlamayı amaçlayarak yapılmıştır.
- Ayrıca ödev verilmemesi ve düzenli şekilde çocukların test edilmemesi de ebeveynler tarafından eleştirilmiştir. Montessori bu şekilde başarı için yapılan yarışların çocukların kendi istekleri ile deneyimleyerek öğrenme becerilerini körelttiğini savunur.
Amerika’da yapılmış bir araştırmada 3-12 yaş aralığında montessori ve geleneksel okullarda okuyan çocuklar zihinsel performans, akademik, sosyal ve davranışsal beceriler açısında karşılaştırılmış. Montessori okullarında okuyan öğrencilerin ciddi şekilde daha başarılı oldukları gözlenmiş. Bu çocuklar düzenli olarak sınavlara girmediği halde gramer, noktalama ve imla konularında diğerleri kadar iyi oldukları; toplum bilinci daha yüksek, olumsuz durumlarla daha pozitif şekilde mücadele eden ve değişime daha kolay ayak uyduran çocuklar oldukları görülmüş.
Eğitim sistemi olarak başka farklı yaklaşımlar da var. Waldorf da benim ilgilendiğim ve son zamanlarda adından çokça söz ettiren bir sistem. Başka bir yazımda ondan da bahsederim. Burada eğitim açısından Montessori yaklaşımına değinmiş olsam da bu konuyu daha derin incelemek gerektiğini düşünüyorum. Henüz okul kavramı gündemimizde olmadığı için çok fazla üzerinde düşünmedim. Ben aslında hayatın akışında çocuğun bir şeyleri kendi kendine deneyimleyerek öğrenmesi fikrine çok sıcak bakıyorum. Hep bahsettiğim o çocuğa rehberlik etmek, yürüdüğü yolda yanında yürümekten kastım da tam olarak bu aslında. Nasıl ki bağ kurmalarına destek olmak için bolca kucaklıyorsak, bireyselleşmelerine destek olmak için de bolca deneyim yaşamaları için serbestlik tanımamız gerek.
Kaynaklar:
- http://www.mwei.edu.au/montessori-teacher-resources/what-is-montessori/
- http://www.ourkids.net/school/criticisms-montessori-answered
- https://www.theguardian.com/education/2006/sep/29/schools.uk
- Paula Polk Lillard, Montessori Modern Bir Yaklaşım (2013, Kaknüs Yayınları)